Karşılıklar Yönetmeliği Değişiyor-Getirecekleri Üzerine Değerlendirmeler-1

route-ifrs

Onlarca yıllık geçmişi olan Karşılıklar Düzenlemesi, uluslararası standartlara uygun olma yolunda kendisini yeni bir düzenlemeye bırakacak. Bu yazıda bankaların risk yönetimi birimleriyle finansal raporlama birimlerinin nasıl bütünleşmek zorunda olduğunu, İSEDES sürecinin bir bileşeni olan stres testlerinin karşılıklara nasıl ciddi bir etkisi olabileceğini, KKB’nin kurduğu alt yapının IFRS-TFRS’deki pek çok maddeyi nasıl saf dışı bıraktığını anlatacağım. Yazıları uzatmanın okunabilirliği azaltmasından bahisle, düzenlemenin teknik detaylarına kısaca gireceğim.

Karşılıklar Yönetmeliği taslağında dikkat çeken ilk özellikler;

  • TFRS 9 uygulamayan bankaları ilave genel karşılık-özel karşılık oranıyla TFRS 9’a teşvik etmesi
  • Genel karşılık-özel karşılık oranlarını ortadan kaldırması, ancak karşılık sınıflandırmasını (1-5 arası) devam ettirmesi ve canlı/donuk alacaklara ayrılan karşılıkları genel/özel karşılık olarak sınıflandırması
  • Donuk alacak tanımını kısmen genişletmesi ve bu tanıma Kredi Riskine Esas Tutarın İçsel Derecelendirmeye Dayalı Yaklaşımlar ile Hesaplanmasına İlişkin Tebliğ’deki temerrüt tanımını dâhil etmesi böylece Basel mevzuatıyla bir etkileşim içine girmesi
  • Yeniden yapılandırmayı net olarak tanımlaması ve bankaların bu konuda imkânını kolaylaştırması
  • Teminatların değerlenmesi ve dikkate alınmasında IFRS 9’le uyumlu yeni kurallar getirmesi
  • Tahsil edilemeyen alacakların bilanço dışı bırakma konusunda esneklik getirmesi

olarak sayılabilir.

Mevcut Karşılıklar Yönetmeliği ve muhasebe uygulamalarına göre, bir krediye özgü karşılık ayrılabilmesi için donuk alacak sayılması gerekiyor. Bu da IAS 39’da loss-event olarak ifade edilen bir temerrüt vakasının gerçekleşmesiyle mümkün olabiliyor. IFRS 9’da dolayısıyla yeni Yönetmelik’te her bir kredinin bir karşılığı olması öngörülmüş ve “day one loss” olarak ifade edilen kredi muhasebeleştirildikten sonra temerrüt ihtimaline (PD) göre karşılıkların muhasebeleştirilmesi istenmiştir.

IFRS 9’da kredilerin riskliliğine yönelik üç aşamalı bir yaklaşım benimsenmişti. Kredilerin Karşılıklar Yönetmeliği’ndeki sınıflar arasındaki geçişi ile IFRS 9’daki üç aşamalı yaklaşım arasında birebir eşleştirme kurulmasa da, doğrudan bir ilişki kurulmuştur. IFRS 9’un üçüncü aşaması Karşılıklar Yönetmeliği’nin donuk alacak tanımının bir parçası kabul edilmiş ancak standart-yakın izlemedeki krediler için 1 ve 2. aşama ilişkisi benzeri şekilde kurulmamıştır. Bunun nedeni bankaların riskinde önemli bir artış gösteren kredilerini yakın izleme olarak sınıflandırma mecburiyetinde tutmamak olabilir. Nasıl temerrüt oranının yüksekliği IFRS-9’a göre ilk iki aşama açısından bir kıyas unsuru değilse, 1 ve 2. aşama da standart nitelikli krediden yakın izlemedeki krediler ile bir kıyas unsuru kabul edilmemektedir. (Daha yüksek temerrüt oranına sahip bir kredi 1. aşamada yer alabilirken, daha düşük temerrütlü bir kredi 2. aşamada yer alabilir)

Kredi riskinde önemli düzeyde artış IFRS 9’un 3 aşamalı kredi karşılığı metodolojisinde önemli bir yere sahip. Hem bu konuda hem de beklenen kredi kaybının hesaplanmasında tam 11 defa aşırı maliyet veya çabaya katlanılmadan bilgiye ulaşılmasından bahsedilmiş. Yani eğer bilgiye ulaşmak maliyetli ve zorsa kredi riskinde önemli artış var mı diye uğraşmayın demek istiyor. Makul ve desteklenebilir bilginin düşük maliyetli olması ülkemizde KKB vasıtasıyla mümkün. Bankaların ve IFRS’ye tabi diğer banka dışı mali kuruluşları açısından IFRS 9 ‘un bu iyi niyetinin pek bir anlamı olmuyor bu yüzden. Bankalarımız kredi izleme sistemlerinden ve KKB’den gelen erken uyarı niteliğindeki göstergelerden bir politika ve kural seti oluşturabilir ve söz konusu sorun kolaylıkla aşılabilir.

Bu politika setinin tek istisnası düşük kredi riski olarak tanımlanmış olan kredi borçlularıdır. Ancak bu şekilde bir kurumu sınıflayabilmek için uluslararası rating kuruluşlarından en az yatırım yapılabilir rating notuna sahip olması ya da bağımsız bir bakış açısıyla düşük riskli olduğunun gözlemlenebilir olması gerekmektedir. Basel-Ortak Veri Havuzu projesinin bunun için biçilmez bir kaftan oluşturacağını ve bankaları önemli bir yükten kurtarabileceğini düşünüyorum.

IFRS 9 kredi riskinde önemli artışın belirlenmesinde duruma göre bireysel ve toplu olarak iki yönteme imkan vermektedir. Burada yine kısıt maliyet ve zaman olarak belirlenmiş ve şirketlere bir kolaylık sağlanmaya çalışılmıştır. Ülkemizde KKB verileri bireylerdeki kredi riskindeki artışı düşük maliyetle raporlayabilecek durumdadır. Ancak burada beklenen kredi kaybı karşılığının bireysel hesaplanmasının zorluğu söz konusu olabilir. IFRS’nin verdiği toplu değerlendirme imkanı burada kullanılabilir (tartışılabilir).

Her şeyden öte, bankaların beklenen kredi kaybını hesaplayabilmesi için temerrüt, temerrüt halinde kayıp ve vadeyi modelleyebilmesi beklenir. Söz konusu modellerin sermaye yeterliliği hesaplamalarında kullanılmıyor olması bir şart olması beklenmese de,  kendi içinde tutarlı bir veri yönetimi, modelleme ve validasyon sürecine sahip olması doğru bir kredi karşılığı sürecinin ihtiyaçlarındandır. Bu nedenle ilave karşılık ayırmak istemeyen bankaların söz konusu sürece hazırlıklı olması gerekiyor. Bunun için de risk yönetim ve finansal raporlama birimlerine daha fazla önem vermesi ve hem muhasebeden hem de risk yönetiminden anlayabilen insan kaynağına sahip olması gerekiyor.

Yazımın ikinci bölümünde, yeniden yapılandırma müessesesi ve her yeni yapılandırmanın nasıl ilave karşılık muhasebesine neden olacağı, KMH-Kredi kartı gibi taahhütlerin de içinde olduğu ürünlerdeki uygulamaları, bilanço dışı bırakma vb. hususlara Karşılıklar Yönetmeliği taslağı çerçevesinde değiniyor olacağım.


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir