Basel IV, Kredi Riski Hesaplamasına Getirilen Eleştirilere Çözüm Olacak mı? 1. Bölüm
- Basel 1 riske duyarlı bir düzenleme değildi ve regülasyon arbitrajına oldukça müsaade ediyordu!
- Basel 2 ekonomik riskle sermayeyi önemli düzeyde ilişkilendirdi. Ancak krize çare olamadı!
- Basel 3 bilançonun pasif tarafına çeki düzen verdi, özkaynak kalitesini ve likiditeyi düzenledi, 2008 krizinin günah keçisi menkul kıymetleri adam etti! Ancak kredi riskinin ölçülmesinde hala içsel modellere dayalı özkaynak yeterliliği hesaplamalarında önemli düzeyde model riski ve bunu raporlanan sonuçların oldukça farklı (dalgalı) olmasından anlayabiliyoruz.
Ülkemiz daha yeni yoğun bir Basel düzenleme bombardımanına maruz kaldı ve daha düzenlemeleri özümseme imkanı bulamadık. Ancak uluslararası mecrada yapılan ve yukarıda sunulan eleştiriler (gelişmeler) bir şeylerin daha değişeceği anlamına geliyor. En iyimser ifadeyle uluslararası finansal aktörlerin en iyiyi arama gayreti devam edecek. Biz de bunları bir şekilde yerel mevzuatımıza dâhil edeceğiz. Nitekim Basel kredi riski için standart yaklaşımının revize edilmesi ve sermaye tabanının standart yaklaşım esas alınarak yeniden tasarlanmasını taslakları görüşte. Yine operasyonel risk hesaplaması, alım satım amaçlı finansal varlıkların yeniden ele alınması ve net istikrarlı fonlama oranı gibi Basel III’ten kalan işlerin tamamlanması şu an fragmanını izlediğimiz filmler olarak karşımıza çıkıyor. Bu hikayelerden ilk ikisi Türk Bankacılık sektörünü önemli düzeyde etkileyecek ve ben de bunlardan kredi riskine ilişkin olanların ne gibi sonuçlar doğuracağını çok teknik detaya girmeden bu yazıda anlatacağım. Teknik detay için iletişimde kalabiliriz.
Kredi riski ve sermaye tabanıyla ilgili düzenlemeler yasal sermaye yeterliliği rasyosunun aşırı dalgalanmasına yönelik eleştirilere istinaden Basel’de ele alındı. Böylece standart yöntemle kredi riski hesaplamasının riske daha fazla duyarlı olması ve gelişmiş içsel modellere yakınlaşması arzulandı. Yine benzeri bir yakınlaşma çabası sermaye tabanı için de söz konusu (Bu bakıma bir örnek ülkemizde çok gündemde olan genel karşılıklar üzerinden verilebilir. Standart yaklaşımda genel karşılıklar kredi riskinin onbinde yüzyirmibeşi kadarı Tier 2 sermayede dikkate alınabiliyordu ancak içsel derecelendirmeye dayalı yaklaşımlarda toplam karşılıklar ve beklenen kayıp ana sermayeden çıkarılıyordu ve kalan bir miktar varsa kredi riskinin esas tutarının %0,6’sına kadar kısmını Tier 2’ye eklenebiliyor. Bu düzenlemelerle bu farklılık azalacak)
Düzenleme taslaklarına baktığımızda gördüğümüz sonuçlardan birisi belki de bir itiraf niteliğinde. Çünkü taslaklar içsel modellere bağlılığı azaltıyor, bankaları standart yaklaşıma teşvik ediyor. Bunu yaparken, dışsal kredi derecelendirmeye bağımlılığı azaltmaya çalışıyor, ulusal inisiyatifleri azaltıyor, standart yöntemle içsel derecelendirme arasındaki ilişkiyi güçlendiriyor ve bankaların kıyaslanabilmesini kolaylaştırıyor.
Standart Yöntemin Revize Edilmesi Neleri Değiştirecek?
Basel IV olarak ta adlandırılan yeni dokümanın Aralık 2014’te yayımlanan ilk taslağında kredi derecelendirme kuruluşlarının verdiği ratinglerle risk ağırlıkları arasında bağlantı kesilmişti. Ancak gelen itirazlar, rating notunun yerine konulan parametrelere yönelikti ve geçen ay yayımlanan 2. taslakta ratingler kısmen geri dönmüş oldu. Banka ve kurumsal alacaklar için risk ağırlıkları belirlenirken bundan böyle iki alternatif kullanma imkânına kavuşulmuş oldu. İki yöntemin ilki dışsal kredi derecelendirme yaklaşımı olan ve büyük ölçüde kredi derecelendirme kuruluşlarının verdiği ratinge bağlı bir çözüm, diğeri ise standart kredi derecelendirme yaklaşımı olarak adlandırılan ve rating’i olmayan banka ve kurumsal alacaklara yönelik bir çözüm. Bu yaklaşımın detayını birazdan veriyor olacağım. Önemli bir değişiklik ülkelerin makroekonomik koşulları ve risklerindeki değişmeler için OECD’nin ülke ratinglerinin esas alınması olacak. Şimdi önemli değişikliklere bakalım, bunların ülkemize olası etkisini analiz edelim ve Basel’in genel eleştirilere cevap verebilmiş mi yorumlayalım.
Bankalardan alacaklar açısından %20-150 arasında dışsal derecelendirme notlarına göre değişen risk ağırlıkları uygulama devam edilecek. Ancak banka riskleri için bir nevi mini due-diligence yapılacak. Eğer karşı bankanın daha kötü bir kredibilitesi olduğu düşünülüyorsa daha yüksek risk ağırlığı uygulanacak (İlk taslakta ratingler yerine SYR ve NPL’e göre değişen risk ağırlıkları mevcuttu) Yine ratingi olmayan bankalar için %50-150 arasında üç kategorili bir değerlendirme seti getirilmiş (yukarıda bahsettiğim standart kredi riski değerlendirme yaklaşımı).
Bankalardan alacaklar için kısa vadeli tanımı kalan vadeye göre değil orijinal vadeye göre yapılıyor olacak. Bu değişiklik likidite yönetimi için bankalarımıza önemli avantaj sağlayacak.
Kurumsal krediler açısından banka dışı tüm finansal kurumun bu sınıfa dahil edilmesi ilk önemli değişiklik. Basel IV kurumsal kredileri genel krediler ve özel nitelikli krediler olarak ikiye ayırıyor. Genel kurumsal alacaklar için bankalara benzer bir şekilde dışsal derecelendirme notları ve due diligence sürecine göre %20-150 arası risk ağırlıklarına tabi tutuluyor.
Kurumsal krediler altındaki özel nitelikli kredilere yönelik düzenleme ise ülkemizi oldukça etkiliyor. Çünkü burada hem ülkemizin can damarı proje kredileri hem önemli satın almaların finansmanı söz konusu. Ayrıca emtia murabahası da bu kapsamda olmasından dolayı katılım bankalarını da ilgilendiriyor. Proje kredileri için projenin başlangıç aşamasından tamamlanıncaya (nakit üretmeye başlayıncaya) kadar %150 risk ağırlığı öngörülmüş durumda. Emtia finansmanı ve satın almaların finansmanı için ise tüm kredilendirme boyunca %120 risk ağırlığı söz konusu. Projelerin ratingi varsa rating oranına tekabül eden risk ağırlıklarının uygulanması imkanı mevcut. Proje kredilerine bu değişikliklerle yabancı bankaların daha az ilgi göstermesi olası. Düzenleme bu haliyle çıkarsa proje kredilerine dışsal kredi kuruluşlarınca rating verilmesi ihtiyacı duyacağız. Ancak bu kuruluşların Türk bankacılık sistemine özgü projelerin borç karşılama oranını pek iyimser bir notla ödüllendirmeyeceği kanaatindeyim.
Sermaye benzeri krediler %150 risk ağırlığına tabi tutulacak. Bu da sermaye benzeri kredilerin maliyetini ciddi düzeyde etkileyecek.
Perakende alacakların tanımı kısmen yenileniyor ancak tanıma uyması halinde %75 risk ağırlığı uygulaması devam edecek. 3 temel kriter ise; 1- Ürün tipi (konut kredileri, her ne ad altında olursa olsun türevler ve menkul kıymetler bu sınıfta yer almıyor) 2- Kredi tutarı (azami 1 milyon EUR) 3- Toplam kredi portföyünün %0,2’sini aşmaması.
Tüzel Kobi’ler toplam grup riski 50 milyon EUR altında olması halinde %85 risk ağırlığı ile dikkate alınacak. Bu durumda konut teminatlı Kobi’ler için ülkemizde ilginç bir sonuç oluşacak. Konut teminat gösterilmesi halinde %100, gösterilmemesi halinde %85 risk ağırlığına tabi tutulacak.
Konut kredileri ulusal inisiyatif yüklenilen nadir alanlardan birisi. Öncelikle regülatöre konut fiyatlarını takip etmesi ve bankanın konut kredisi yönetim kalitesine göre farklılaştırmış oranlar uygulatması imkanını veriyor. Konut kredileri ikamet ve ticari amaçlı olmak üzere ikiye ayrılmaya devam ediyor. Yeni bir sınıflandırma ise konut kredilerinin geri ödeme kaynağının kreditörden olması, konutun kendisinin üreteceği nakit akışından olması ve arsanın satın alması ve inşaatın birlikte finanse edilmesi olarak üçe ayrılıyor.
İkamet amaçlı konut kredileri LTV (kredi değeri / konut değeri) oranına göre risk ağırlıklarına tabi tutulması öngörülmüş.
Ülkemizde %75-LTV kuralı olduğu dikkate alındığında %35 risk ağırlığında bir yoğunlaşma görülecek. Bu da mevcut risk ağırlığının %50’den %35’e azalma anlamına geliyor. İçsel bir risk değerlendirmesi yaparsak, bir risk parametresi olan LTV oranı bankalar tarafından fiyatlamanın bir bileşenine dönmesi gerekecek.
İkamet amaçlı konut kredileri için ilave bir düzenleme ise, eğer kredinin geri ödemesi konutun kiralarına veya ileride satılmasına önemli ölçüde dayalıysa yani bir nevi yatırım amaçlıysa %70 ila %120 arasında LTV’ye göre risk ağırlığı öngörülüyor. Bunun tespiti bankalarımız açısından kolay olmayacak.
Ticari gayrimenkul ile teminatlandırılmış alacaklar için ise LTV %60’dan düşükse karşı tarafın risk ağırlığıyla %60 kıyaslanıyor ve düşük olanı dikkate alınıyor. LTV daha yüksekse karşı tarafın risk ağırlığı uygulanır. Bu durumda ülkemizin mevcut kredi derecelendirme notu dikkate alındığında ticari amaçlı konut kredilerinin düşük risk ağırlığı (%50) ortadan kalkıyor sonucuna ulaşılıyor. Ancak az önce belirttiğim gibi Tüzel Kobiler %85 ile ağırlıklandırıldığı için ucube bir yapı ortaya çıkacak.
Arsanın satın alınmasını, inşasını içeren konut projeleri için %150 risk ağırlığı talep ediliyor. Bu tür projeler köprü krediler vasıtasıyla yürütülüyor. Köprü kredilerin bu şekilde yorumlanması halinde gayrimenkul projeleri için bir darbe daha oluşacak.
Tüm konut kredileri için debt to service rasyosu (borç karşılama oranı) ilk taslakta bir kriter olarak öngörülmesine karşın itirazlar sebebiyle bu orandan vazgeçildiği anlaşılıyor.
Ticari gayrimenkul ile teminatlandırılmış alacaklar için bir diğer kötü haber ise kredinin yabancı para alınmasında söz konusu. Farklı para birimi %50 ilave risk ağırlığı anlamına geliyor. Bu durumdan ancak borçlunun ana faaliyet gelirinin aynı döviz cinsi olduğu ispat edilirse kurtulabiliyor. Bu, reel sektör kur riskinin yönetilmesi açısından olumlu bir düzenleme olarak değerlendirilebilir.
Yazının 2. bölümünde kredi riski azaltım yöntemlerine getirilen yenilikleri ele alacağım ve Basel Komitesi tarafından yapılan öz eleştirileri değerlendirip tüm taslakların Türk bankacılık sektörüne olan etkisini yorumlayacağım.