Karşılıklar Yönetmeliği Değişiyor-Getirecekleri Üzerine Değerlendirmeler-2
Öncelikle belirtmeliyim ki, blog ve linkedin üzerinden konuyla ilgili ilk yazım 1000’den fazla kişi tarafından okundu. Gösterilen ilgi için teşekkür ederim. Bu kadar teknik bir konuya bu kadar ilgi duyulması ayrı bir güzellik. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim:
Karşılıklar Yönetmeliği taslağı yeniden yapılandırma müessesesini önemli düzeyde değiştirmektedir. Şöyle ki; yapılandırmadan söz edebilmek için borçlu müşteri lehine, bir imtiyaz oluşması gerekliliğinden bahsetmektedir. Yeniden yapılandırma sonuçları itibarıyla hem bankanın hem borçlunun menfaatine olduğu takdirde uygulandığı iddia edilebilir. Ancak gerçek şudur ki, her zaman sözleşmenin ilk koşullarına göre kıyaslandığında bir tarafın aleyhinedir. Karşılıklar Yönetmeliği’ndeki tanımda müşteri lehine dolayısıyla banka aleyhine (zero sum game) bir sözleşme değişikliğini ifade etmektedir. Buradan gelmek istediğim ilginç sonuç şudur ki: Her yeniden yapılandırma müşteri lehineyse, çok büyük ölçüde sözleşmenin ilk haline göre banka aleyhinedir. Bu durumda TFRS 9 kapsamında ilave kredi karşılığı gerektiren bir sözleşme değişikliğidir.
Mevcut kredinin yeniden yapılandırıldığı durumda dikkat edilmesi gereken ikinci husus, kredi riskinin önemli ölçüde artıp atmadığıdır. Çoğu yeniden yapılandırma süreci, müşterinin ödeme performansında bir kötüleşmenin gözle görülür hale gelmesinden sonra gerçekleşir. Bu durumda zaten kredi karşılığının üç aşamalı evresinde en azından ikinci aşamaya geçildiğinden bahsedilebilir (12 aylık beklenen kredi karşılığı hesaplaması yerine ömür boyu kredi karşılığı hesaplaması uygulanmaya zaten başlanmıştır). Böyle bir durumda metodoloji farklılığı, yeniden yapılandırma nedeniyle oluşacak kredi karşılığı hesaplamasında önem arz etmez. Ancak bir müşterinin riskleri aniden kötüleşmiş ve aniden yeniden yapılandırma ihtiyacı doğmuşsa, hem sözleşmenin revizyonundan dolayı banka beklenen nakit akışlarında bir kayba uğrayabilecek hem de 12 aylık beklenen kredi karşılığı hesaplaması yerine ömür boyu kredi karşılığı hesaplaması uygulaması nedeniyle bir zarara uğrayabilecektir. Tabi bazı yapılandırmalar firmaların gelecekte doğabilecek nakit akışı sorunlarını engellemek amacıyla yapılmaktadır. Bu tür yapılandırmalara örnek olarak proje kredileri verilebilir. Örneğin proje kredileri ülkemizdeki kredi vadeleri nedeniyle projeye uygun vadede verilememekte ve vadesinden önce yeniden yapılandırılmaktadır. Bu tür yapılandırmaların Yönetmelik kapsamında değerlendirilmemesi gerektiğini düşünüyorum.
Yeni Karşılıklar Yönetmeliği’nin getirdiği en önemli yeniliklerden birisinin donuk alacak tanımını farklılaştırmasıdır. Şöyle ki, donuk alacak tanımını Basel’deki temerrüt tanımına yakınlaştırmaya çalışmaktadır. Örneğin Kredi Riskine Esas Tutarın İçsel Derecelendirmeye Dayalı Yaklaşımlar İle Hesaplanmasına İlişkin Tebliğ kapsamında “iflasın ertelenmesi” temerrüt tanımına girmektedir. İçsel yöntemlerde modelin güçlü tahmin özelliğine sahip olabilmesi için en önemli şartlardan birisi, yeterli temerrüt verisi olmasıdır. Bu açıdan son zamanlarda yaygınlaşan iflasın ertelenmesi vakası bankalar açısından kötü olsa da, model geliştiriciler açısından önemli bir veridir. Ancak bu verinin, firmanın direk donuk alacak olarak kabul edilmesine yol açması sektörün sorunlu alacak düzeyini yükseltecektir.
Teminatların değeri BDDK mevzuatında her yeni düzenlemede daha fazla artmaktadır. Bu çerçevede konut kredilerine yönelik LTV oranı düzenlemesi, mevcut karşılıklar düzenlemesinde gayrimenkullerin değerlenmesinde dikkate alınmasına yönelik kriterler ve sermaye yeterliliği düzenlemesinde hem gayrimenkul teminatlı kredilerin bir risk sınıfı olarak belirlenmesi hem de kredi riski azaltım teknikeri arasında kendisine yer bulması buna örnek olarak gösterilebilir. Yeni Karşılıklar Yönetmeliği ise teminatların değerlenmesine çok daha fazla bir önem vermektedir. Zira bankalar açısından teminatların değeri yalnızca donuk alacaklar için özel karşılık hesaplamasında değil tüm krediler için önemli olacaktır. Beklenen kredi karşılığı hesaplamasında yeterince güncel olmayan teminat değerleri ve temerrüt halinde ne kadar tahsilat yapılabileceğine ilişkin doğru olmayan tahminler bankaların fazla karşılık ayırmasına neden olabilecektir. Bu yorumu tabi ki, özellikle sürekli artan gayrimenkul fiyatlarıyla ilişki kurarak yapıyorum. Bu olumsuzluğun olmaması ve regülasyonla uyum sağlanması adına, LGD modelleriyle birlikte bankaların teminatların değerinin düşüp düşmediğini kontrol etmek için model geliştirmeleri gerekliliği belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu durum bankaların zaman/kaynak ayırmasına neden olacaktır (Kredi riski azaltım teknikleri tebliğiyle)
Teminatlarla ilgili önemli bir düzenleme yine İDD Tebliği’nden gelen bir Basel hükmü. İDD Tebliği’nde temerrüt tanımında borçlunun teminatlara başvurulmaksızın borçların tamamen ödeyemeyeceğine kanaat getirilmesinden bahsedilmektedir. Karşılıklar Yönetmeliği’nde hem canlı kredi sınıf tanımında hem de yeniden sınıflandırma hükümlerinde böyle bir ifade kullanılmaktadır. Canlı kredilere ilişkin teminatlara başvurulmaksızın kredilerin tahsil edilebileceğine kanaat getirilmesi hükmü Basel ve IFRS ile uyumludur. Bununla birlikte yeniden sınıflandırma kapsamında uygulamada müşterinin teminatlarından bir kısmını bankanın talebiyle satarak borçlarını kapayıp tekrar normal faaliyetlerine dönebilmesi yaygındır. Bu nedenle söz konusu hüküm teorik kalmakta ve gerçek hayattan farklılaşmasına neden olmaktadır.
Yeniden sınıflandırma hakkında söylenebilecek diğer bir husus, Karşılıklar Yönetmeliği taslağıyla TFRS 9 arasında uyumsuzluğun görüldüğü alanlardan birisi olmasıdır. Genel olarak TFRS 9, kredi riskinde artış, temerrüt vb. nedenlerden dolayı bir sonraki aşamaya geçen bir kredi için tekrar eski şartlar oluştuğunda geri dönmeye izin vermektedir. Ancak Karşılıklar yönetmeliğinde kredinin vadesi boyunca iki defadan fazla canlı alacaklar olarak sınıflandırılmamış olması vb. şartlar ülkenin şartlarına uygun ancak TFRS 9’a uygun olmayan hükümler olarak göze çarpmaktadır.
Karşılıklar Yönetmeliği’ne ilişkin olarak söyleyeceğim son husus, kredi kartları limit taahhütlerine ve borçlu cari hesap şeklinde işleyen krediler (KMH vs.) başta olmak üzere cayılamaz taahhütlere ilişkin. KMH ve Kredi limit taahhütlerinin bankaların kredi riski yönetimi kapsamında sözleşmede yer alan hükümlere istinaden iptal edilebilme imkânı mevcuttur. Bu durum, taahhütler için beklenen kredi zararını azaltabilmektedir. Ancak bundan önce değinilmesi gereken, taahhütlerin ne kadar tutarının nakdi krediye dönüşeceğidir. Bu durumda bankaların bu oranı geçmiş verileri kullanarak tahmin etmesi önem arz etmektedir. Likidite yeterliliği ve likidite karşılama oranlarının hesaplamasında nasıl taahhütlerin ne düzeyde nakde dönüşeceği önem arz ediyorsa, burada da bir hesaplama (dönüştürme oranının içsel yöntemlerle tahmini) bankaların lehine olacaktır.